Cumartesi günü Çemberlitaş/Köprülü Medresesi’ndeki Kubbealtı Akademisi’nin misafiri, son elli yılımızın en titiz kültür tarihi araştırmacılarından Beşir Ayvazoğlu’ydu. Nasıl oldu bilmiyorum fakat epeydir konuşmalarını takip ettiğim Ayvazoğlu’nun dinleyici kitlesini bu defa normalden kalabalık ve yaş ortalaması olarak da düşük gördüm.
Bugün bize Asaf Halet Çelebi’yi anlatacak üstad. “Hasbelkader bi kitap yazdık, her yerde konuşuyoruz.” diyor gülerek: “Ama öyle renkli bir insandır ki, anlatmaktan bıkılmıyor.”
Asaf Halet Çelebi, şiiri silah olarak kullanmak yerine insanlar zevkten dört köşe olsunlar diye yazan biri. Şairliğiyle tanınıyor fakat karakterini tanıtan bir konuşmayı dinledikçe onu anlatırken şairliğine çok da yer vermemek gerektiğini düşünüyorsunuz. Bir profil olarak değerli Çelebi. Şairliği bu profilde olmasa da olur sanki. Melami, cins, biraz marjinal, hassas ve zevk ehli biri. Onu günlük hayatının doğallığında habersizce seyretmek çok daha zevkli olurdu, şiirini okumaktan.
Bununla beraber bir İstanbul çocuğu, sonra da efendisi. Üsküdar’da -Üsküdar o zamanlar bir hayli Üsküdar olsa gerek- büyümüş. Mevlevi çevrelerinde serpildiğini söylüyor Ayvazoğlu: “Böyle bir çevrede geçen ilk gençliğin insana neler kazandıracağını ve nasıl İstanbullu yapacağını anlamak için çok bilmeye gerek yok. Zaten İstanbullu olmanın temel rükünlerinden biri de Mevleviliktir.” Galata Mevlevihanesi’nin açılışından sonra bir yandan Mevlevilik İstanbul’u, İstanbul da Mevleviliği şekillendirmeye başlıyor. Mevlevilik’le ilişki içinde olan ister istemez klasik musikiyle, Divan şiiriyle, saatçilikle, elhasıl Türk kültürünün Osmanlı terkibiyle alakadar olmaya mecbur kalır, diyor Ayvazoğlu ve ekliyor: “Ayrıca Asaf Halet Çelebi, III. Selim dönemine kadar giden şecereyle İstanbullu bir aileden geliyor, Nazif Çelebi adında bir zatın torunu. Babası Mehmet Sait Halit Efendide Fransızca, Farsça ve Arapça bilen kültürlü bir Osmanlı. Böyle bir babanın çocuğu Asaf Halet Çelebi.”
Necip Fazıl Asaf Halet'e karşı neden sessiz kaldı?
Beylerbeyi’nde oturduğu sıralarda o zamanın ileri gelen simalarından birkaçıyla bu vapurlarda tanışıyor Asaf Halet. Bu isimlerden biri de Turgut Cansever’in babası Hasan Ferit Cansever. Enteresandır, Hasan Ferit Bey'in sıkı bir etyemez olduğunu ve Asaf Halet’e et yememe alışkanlığını bu vapur seyahatlerinden birinde bulaştırmış olabileceğini söyledi Ayvazoğlu. Hasan Ferit Bey çevresine daima et yememeyi öğütler ve kendisi de bu âdetinden hiç vazgeçmezmiş. Budizm’e olan ilgisiyle de birleşince bu propaganda Asaf Halet’te tesirini göstermiş ve etten vazgeçmiş, “hayatının sonuna kadar da yemedi” dedi Ayvazoğlu.
Bir başka vapur dostluğu Necip Fazıl’la. 1936’da Kısakürek, Ağaç dergisini çıkardığı zaman ilgi ve birikimine şahit olduğu Asaf Halet’in de kadroda yer almasını istemiş. İlk yayınlanan yazısı da bu dergide ve Mevlana’nın rubaileri hakkında. “Fakat merhum Necip Fazıl’la dostluk kolay bir şey değil” diye ifade ettiği kırılma devresine sebep olan tartışmayı yine Hasan İzzettin Dinamo’dan aktarıyor Beşir Ayvazoğlu. Sert bir bağırışın ardından Necip Fazıl, uzun zaman konuşmayacağı dostunun yüzüne “sen benim karşımda iki ayak üzerinde duracak adam değilsin, tek ayak üzerinde dur bakalım!” demiş ve ipler kopmuş. Asaf Halet Çelebi, Ayvazoğlu’nun dediğine göre sonraları barıştığı dostu Necip Fazıl’la ilgili Ses dergisinde ağır sözler kaleme almış.
Ancak bu karşılıklı kızgınlıkta Necip Fazıl’ın Asaf Halet’e cevap vermekte bir hayli isteksiz davrandığını da ekledi Beşir Ayvazoğlu, “muhtemelen Çelebi’nin tasavvuf tarafının varlığından kaynaklanan” bir geri duruş olarak açıkladı bu sessizliği.
Bu 'meraksızlığımız' enteresandır bizim
Daha yedi yaşındayken Asaf Halet sema çıkaran becerikli ve öğrenmeye yatkın bir çocukmuş. Ancak elde onu Mevlevi kıyafetleri içinde gösteren bir fotoğraf olmayışından yakınıyor Ayvazoğlu. Mesela çocukluğu Yenikapı Mevlevihanesi’nde geçen Hasan Âli Yücel’in böyle bir fotoğrafı varmış.
1922’de babası emekli olan Asaf Halet’in, ailesiyle birlikte Cihangir’deki konaklarını bırakıp Beylerbeyi’ndeki Hasip Paşa Yalısı’na taşındıklarına dair bilgi varmış. “Şimdi bu köşk de yok maalesef. (Geniş bir Boğaz manzarasında işaret ediyor.) Şurada bir yerde olmalı. Belki de duruyordur. Kimse sorup merak etmediği için… Bu meraksızlığımız enteresandır bizim. Mesela Necip Fazıl, doğduğu evi ‘Çemberlitaş’tan Sultanahmet’e inen yolun üzerinde’ diye tarif ediyor. Hadi bakalım, nerde? Sağlığında hiç kimse de ‘üstadım o yolun üzerinde nerde’ diye sormamış, oğulları da bilmiyor. Tuhaf şeyler. Meraksızlık ciddi bir problemimiz.”
Asaf Halet Çelebi ve ailesinin ikamet ettiği yalı hakkında İstanbullu hanımların söylediği bir söz kulaktan kulağa meşhurmuş: ‘Dünyanın en güzel yeri İstanbul, İstanbul’un en güzel yeri Boğaziçi, Boğaziçi’nin en güzeli Beylerbeyi ve Beylerbeyi’nin en güzeli Hasip Paşa Yalısı’dır.’ Babasının 1930’lardaki vefatından sonra buradaki köşkün bir tarafında Asaf Halet, diğer tarafında ise ablası Merzuka hanım ve ağabeyi oturmuşlar.
Çelebi’nin bu yalıdaki hayatına dair eldeki bilgiler kırıntı nevinden ve pek az. Hasan İzzettin Dinamo ve sahaf Aslan Kaynardağ’ın anlattıkları dışında elle tutulur bir bilgi aktarabilenden söz etmiyor Ayvazoğlu. Kaynardağ, Çelebi’yi bu yalıdaki ziyaretinde kütüphanesini gördüğünü ve bu kitaplıktaki eserlerin cildini Çelebi’nin bizzat yaptığını aktarırken, ebru ve hat çalışmalarının da kendi eseri olduğunu söylemiş. Çelebi’nin Neyzen Emin Efendi’ye talebe olacak derecede hat bildiğini ancak yine de işinin ehli bir hattat tarafından icazet almamış bir talebe olduğunun kolaylıkla anlaşılabileceğini ifade ediyor Beşir Bey. Çelebi aynı zamanda, Hasip Paşa Yalısı’yla sırt sırta evi olan Rauf Yekta Bey'den de musiki dersleri almış.
O vapurun iskeleleri dolaşa dolaşa ilerlemesi ne zevklidir
Tevfik Fikret’in Aşiyan’ını ziyaret edip muhitteki manzarayı gördüğümde aklıma ilk şu gelmişti: Fikret şair olmak için hakikaten fazladan efor sarf etmek zorunda kalmamıştır. Beşir Ayvazoğlu, Asaf Halet Çelebi’nin yaşadığı o zamanın Boğaziçi’nde manzara betimlemeleri yaparken de sanki sözü buraya getirmek istiyordu: Sabah vapuruna yetişmek için evinden çıkan Çelebi, Boğaziçi’nin taptaze ve insanı bir anda iki ömür daha çok yaşatan havasını teneffüs ederek yokuşu iniyor: “Hazretin bir de kedisi var. O da sabahları onunla birlikte çıkar.” Bu arada Beşir Ayvazoğlu, kendisinin de Çelebi gibi bir kedisever olduğunu söyledi. Aynı mezhepten olduğumuza sevindim doğrusu.
Sık yeşillikler arasında kırmızı-mor kiremitli çatılar uzanıyor ve Boğaziçi’nde yeni bir gün başlamış. Asaf Halet, vapura doğru inen yolda, köşedeki fırından sevdiği halkalardan alır, kedisinin payını verdikten sonra onu eve geri yollatıyor ve vapura biniyor. Bunları anlattıktan sonra duraksamadan “o vapurun iskeleleri dolaşa dolaşa ilerlemesi ne zevklidir” diyor Ayvazoğlu, “ne çok kitap bitirdim o vapurlarda.”