Ahmed Arif’in Cemal Süreya’ya serzenişlerinin, kızgınlıklarının, kırgınlıklarının ötesinde dostluğu, arkadaşlığı, “soyunun sopunun kadasını alsın şu ağabeyin” diyecek kadar ileridir. Ahmed Arif’in “soylu bir şairsin” dediği Cemal Süreya’ya, düşkünlüğü bu mektuplarda gün yüzüne çıkarken yaşadığı sıkıntıları, acıları, sevinçleri, halkına karşı olan sorumluluğunu da yine bu mektuplarda göreceksiniz.
1-) “Bunca acı, bunca zulüm, bunca yoksunluktan sonra, öncelik ve titizlikle gözeteceğim tek şey, ölürken de namuslu ve temiz kalmaktır. Bunu da bana çok görme Cemal’im…”
2-) “Benim hakkımda namuslu ve mert bir kimsenin, inancı, eğilimi ne olursa olsun, dürüst bir kimsenin çirkin ve haksız beyanlarda bulunmasına, dedikodu yaratmasına imkân yoktur. Namuslu ve mert olmayanlar ise ancak yedikleri bokta kalırlar ve ne dedikleri beni hiç ırgalamaz.”
3-) “Ve bundan böyle “Dört yanın puşt zulası’’ iken daha usta, daha güvenli, daha yiğit olursun. Biz zaten puştluklara, kahpeliklere göğüs germekte usta bir halkın çocuklarıyız.”
4-) “Mektubumda değil küskünlük, öfke, kırgınlık bile yoktu. İstersen bir daha oku. Ancak senin “alınganlık’’ dediğin bazan bir onur savunması bazan da mertlik buyruğu olur. Böyle olunca da haklı daha doğrusu “gerekli’’ bir tavır halini alır.”
5-) “Malum ben öyle derin aydın değilim. İlkelim! Ama asla onursuzluğa yönelmeyecek, halkını ve hele misyonunu asla unutmayacak bir ilkel! …”
6-) “Şehveti iki yaşında tattım. O zamandan beri şehvetin hep doruğuna çıkarım. …Beş altı yaşında iken bazı türküler daha doğrusu türkülerde bazı mısralar beni
sarhoş edecek kadar sardı.
“Bacısı güzele kardaş olaydım”
“Çayın öte yüzünde – ceylan oynar düzünde”
“Ben seni gizli sevdim. Bilmedim alem duyar!”