Adsız Ağaçların Gölgesinde

adsiz-agaclarin-golgesinde


Güneş bir kere doğunca ister istemez her şey açığa çıkar. Bu çıplak göğün altında ne masalların anlatıldığı, nelerin söylendiği, hangi sırların kulaktan kulağa fısıldandığı günle beraber gizini yitirir. Bir anlatıcı edindiğinde her olay bambaşka bir şeye evrilir. Her konu(m) anlatıcıyla biçimlenir. Drago Jancar’ın Dedalus Yayınları’ndan çıkan kitabı Adsız Ağaç, ilginç konusu, Balkan tarihine kadar uzanan yapısı ve Jancar’ın kendi yazı dünyası için özel bir kitap.

Adsız Ağaç, daldan dala atlayan, savaşın acılarını, barış sürecinin sancılarını, insan denen yaratığın duygularını, arzularını, güdülerini yansıtan bir kitap. Roman 87. bölümden başlıyor. Ardından giderek hızını arttırarak 99. bölümde başa dönüp zamanını değiştiriyor. Bundan sonra 86. bölüme doğru ilerleyip ve ardından anlatıyı sona erdiyor. Bu git-gel’lerle anlatıcı zamanı kırıyor ve dilediği gibi şekillendiriyor. Kronolojik gidişin bozulduğu görülüyor. Buna anlatının kendisinin neden olduğunu söylemek de mümkün. Zira anlatılan zamanlar göz önüne alındığında bir bütünlükten yoksun oldukları hemen farkediliyor. Savaşın insanları parçalayan dünyasının metne yansıdığı görülüyor. Bir şarapnel parçası metne değip onu darmaduman etmiş, parçalarını dört bir yana saçmış gibi âdeta. Böylelikle ortaya çıkan metnin bütünlüğü zedeleniyor ve kendi yapısı ortaya çıkıyor.

Jancar’ın dünyasında Slovenya üzerinden Balkanlar geniş bir yer tutuyor. Balkanlar’ın gerek Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinden itibaren gerekse Yugoslavya’nın dağılma sürecinde yaşadığı felaketlerin bir ulus üzerinden görünümü de söz konusu. Bitmek bilmeyen –sürekli kendini yineleyen- savaşlar bu coğrafyadaki tüm insanları etkiledi. Buna paralel olarak yazarın birçok tarihsel süreci romanına taşıdığı da görülüyor. Kimi sürecin genişçe ortaya konduğu kimininse kıyısından geçildiği bu kronolojide yazarın kaçındığı süreçlerin olduğu da hissediliyor. Buna belki de yazarın bir “politikacı” olmasının neden olduğunu düşünmek mümkün. Zira bu noktada otobiyografidan kaçmak mümkün gibi gözükmüyor.

Roman kendini bir kırsalda açar. Güneş doğar ve rençberler gözükür. Her şey sanki geniş bir enginliğin içinde ve huzur dolu gibidir. Ardından anlatı giderek bir noktada sabitleşmeye, bir odak aramaya başlar. Sonunda bunu bulur. Karakterle beraber hâl şekillenmeye başlar. “En son bir ağacın altında oturduğunu hatırlayan” karakter kendine gelir. Bu kendine gelişle beraber olaylar silsilesi de başlamış olur. Karakterin ormanın içinde yürümesi, dokunduğu şeylerin onda uyandırdığı his, yosun kokusu, dokunun hazzı; hepsi onun hassaslığında kendine yer bulur. Bu, bir yandan da okura karakterin nasıl bir dünyaya sahip olduğunu hissettirir. İsim sonradan oluşur.

88. bölüm sessizliğin içinde bir evin kapısında açılır. Ama çalınan kapı olmaz, vurulan bir cam sesi duyulur. “Aleksij” haykırışı bir ânda her yere dolar. Camın ardından reddediş ve o olmayış, içindense onu arayış gelir. Bu inkâr ve beklenenin kimliği, arayanın kimliği ve aranma arzusu kendi kendine bir dünya oluşturur. Romanın ilk bölümüne koşutlaşır ama bir o kadar da belirsizliği duyumsatır. Okur için kimliği belirsiz karakterler oluşur. Ardından perde açılır ve sisler dağılmaya başlar. Böylelikle roman için bir diğer anlatı katmanı hazırlanmaya başlanır. Bu evdekiler üzerinden zamana yeni bir ilave yapılır. Böylelikle yazarın kronolojik sıçramalarına elverişli zemin hazırlanmış olur.

Yazarlar anlatıları için karakter seçerken onları nereye yerleştirecekleri özenle seçer. Çünkü bu yerleşimin bir işlevi olmalıdır. Boşlukta kalan, olduğu yeri doldurmayan, okuru ikna etmeyen karakter anlatıyı zayıflatır, yazarın da elindekini kaybetmesine neden olur. Bunun için bu süreci iyi yönetmek gerekir. Adsız Ağaç boyunca bu yerleşimin önemi ortaya çıkar. Çünkü Jancar’ın ne yapmak istediği kadar nelerden kaçtığı da yer yer gözükür. Politik ve kaotik zeminlerden uzak, kendini herkesin bildiği ve hemfikir olduğu zaman ve mekâna yönlendiren bu durum ana eksende keskin bir hattı oluşturur. Aşağı yukarı romanın geçtiği zaman dilimi kendini gösterir. Zaman bazen hızlanır bazen duraksar. Bu bölümsel geçişlerde yazarın hesaplılığı gözükür. Hikâyenin uzandığı zaman da bir hayli geniştir tüm bunlarla beraber. İki binli yıllara dek genişleyen bir anlatıdır bu. Aleksij’in giderek şiddetlenen serüveninde zamanın dur durak bilmeden aktığı gözükür. Lipnik’in araştırma, tanık olma, işleme süreciyse buna paralel daha oturaklı, daha belirgindir. Yaşamın durakaldığı yerde yazma eyleminin kendisi gözükür. Koşunun yerini koşanı izleyiş alır. Tüm bunların içindeki “seks günlüğü”yse ayrı bir yere konumlanır. Anlatılanla anlatılanı okuyan arasında ilginç bağlantılar oluşur. Okur kendini ve isteklerini keşfetmeye başlar. Böylelikle onun için önlenemez bir başka açlık oluşur. Kendini buna doğru hızla iten Lipnik’in eğilimleri onu bambaşka ve hiç hesaplamadığı yerlere doğru sürükler. Bu tuhaf ve alışılagelenden bambaşka bir şekilde oluşturulan günlük her şeyi birbirine katar. Sonunda ilginç bir araştırma vakası oluşur. İçine ciddi oranda erotizm katılmış –en azından günlüğün okuyucusu için- bir polisiyeye evrilme gözükür. Nitekim bu arama, gerçeği görme arzusu, karakterleri keşfetme isteği okurda bunu uyandırır.

Romanın birinci bölümü yağmur sesleriyle açılır. 86. bölümde açan güneş gitmiş, yerini kapalı bir gök almıştır. Akıp duran bulutlar bu sayfalara yağmuru taşıyıp durur. Yapay ışıkların, fazla çıkan seslerin, gürültüsüyle huzuru yok eden boğuntuların arasında karakterler gözükmeye başlanır. Zıt bir tablo çizilir romanın başındaki hâle. Üstelik zaman da değişmiş, ortaya başka bir alan çıkarılmıştır. Anlatıcının konumunda da farklılık kendini gösterir. Sanki zaman ve bölümle beraber her şey yerini bir başkasına bırakmış gibidir. Değişim sürekli kendini hissettirir, her anlamıyla.

“Vitrindeki mankenlerin hepsinin bir rüya olduğunu ve sadece onların gülümsediğini hayal ettiğini düşünür, sadece rüyalarda hareket yoktur ve bir an bile çok uzun zaman gibi gelir.”[1] Vitrindeki bu mankenler, bu eş suratlar, aynı donuk hâller zamanı imler. Her şeyin benzeşliği aşıp aynılaştığı yerde ortaya çıkan karakterin dünyası kendini gösterir. “Gece bekçisi Mehmet’in veya iş arkadaşı Beno’nun” düşündükleri, Ljubljanica Nehri’nin çağlayan suları, yıkılan barajın kalıntıları, Marijana’nın söyledikleri; hepsi yeni ülkenin şartlarını, kimliğini, özelliklerini sergiler. Bir araya gelen tüm bu insanların sahip oldukları ortak “kader” Balkanlar’ın da ortak tarihini yazar.

Drago Jancar’ın diğer kitapları gibi Dedalus Yayınları’ndan basılan ve Sina Baydur tarafından dilimize kazandırılan romanı Adsız Ağaç, Balkanlar’ın tarihini, kimliğini, dönüşümünü bambaşka süreçler ve karakterler üzerinden anlatan, bir seks günlüğü üzerinden serüvenlerini açan, Lupnik’le Aleksij’le ve birçok karakterle bu topraklarda dolanan ilginç bir roman.

kaynak:artfuliving

Yorum Yap

Yorumlar